top of page

                Namazın Mahiyeti

      Kur'an'da bizim Peygamberimiz'den önceki peygamberlerin namaz

kılmakla emrolundukları değişik vesilelerle belirtilmektedir (bk. el-Bakara

2/83;Yûnus 10/87;Hûd 11/87; İbrâhim 14/37, 40; Meryem 19/30-31, 54-55;

Tâhâ20/14; el-Enbiyâ 21/72-73; Lokmân 31/17). Bundan anlaşıldığına göre

namaz ibadeti sadece Muhammed ümmetine has olmayıp önceki dinlerde de

bulunmaktaydı.Siyer kitaplarındaki mevcut bilgilere göre,ilk vahyin sonrasında

Hz.Peygamber'e risâlet yüküne dayanmasını, sabretmesini öneren âyetler

gelmiş ve bunu izleyen fetret döneminden sonra namaz farz kılınmıştır.

Namazın daha önceki dinlerde de emredilmiş olduğu hatırlanınca, namazın

güçlüklere direnç göstermede bir fonksiyonu bulunduğu anlaşılmaktadır.

Nitekim bir âyette "Ey inananlar sabır ve namaz (salât) ile yardım isteyin"

(el-Bakara 2/153) buyurulmaktadır. Namaz farz kılınınca Cibrîl, Hz. Peygamber'e gelerek onu vadi tarafına götürmüş, orada fışkıran su ile önce Cibrîl sonra Hz. Peygamber abdest almış ve beraberce iki rek‘at namaz kılmışlardır. Hz. Peygamber mutlu bir biçimde eve gelmiş, eşi Hatice'nin elinden tutarak oraya götürmüş ve aynı şekilde Hatice ile birlikte abdest alıp iki rek‘at namaz kılmışlardır. Kimi bilginlere göre İsrâ sûresindeki "Namazda yüksek sesle okuma" (el-İsrâ 17/110) âyeti, bu gizli namaz dönemiyle ilgilidir. İslâm'ın başlangıç yıllarında namaz, sabah ve akşamleyin kılınan ikişer rek‘attan ibaret iken, yaygın kabul gören görüşe göre, Mi‘rac olayından sonra beş vakit namaz farz kılınmıştır. "Kendi nefsinde bir yakarış ve ürperiş içinde ve pek yüksek olmayan bir sözle sabah ve akşam Rabbini an; gafillerden olma" (el-A‘râf 7/205) âyeti namazın başlangıçtaki durumuyla ilişkili görülmektedir.Yine yaygın kabule göre, Cibrîl'in Hz.

                                                Peygamber'e Kâbe'de, namazın vakitlerini göstermek üzere imamlık etmesi Mi‘rac olayının                                                  ertesi günü olmuştur. Her din, yaratıcı kudret karşısında boyun eğmek ve kutsal ile bağlantı                                                  kurmak temeli üzerine kurulur ve her dinde bunu sağlamak üzere öngörülen merasimler                                                        bulunur. İslâm dininde yüce yaratıcı Allah'a yaklaşmanın yolu, ona yükselmenin basamağı                                                    ve bu bakımdan en parlak ve önemli ibadet, namaz ibadetidir. Bu özelliğinden dolayı                                                            namaz diğer bütün ibadetlerin özü ve özeti sayılmıştır. Nitekim Hz. Peygamber bir                                                                hadislerinde "Namaz dinin direğidir" (Tirmizî, “Îman”, 8; Müsned, V, 231, 237; Aclûnî,                                                            Keşfü'l-hafâ, I,31-32) buyurmuş, secdeyi de kulun Allah'a en yakın olduğu hal olarak                                                            nitelendirmiştir(Müslim, “Salât”, 215; Nesâî, “Mevâkýt”, 35).Kelime-i şehâdetten sonra İslâm'ın en önemli rüknü olan namaz, günde beş ayrı zaman diliminde olmak üzere kadın ve erkek her müslüman için bir görevdir. Esasen namaz ibadetinin hiçbir amaç ve hikmeti olmasa bile, diğer ibadetlerde olduğu gibi, namaz ibadetini sırf inanılan dinin bir gereği, yüce yaratıcının bir emri olduğu için, hiç değilse bunun için yerine getirmelidir.İbadetler, akla aykırı olmamakla birlikte, yapı ve muhtevaları itibariyle akıl yoluyla kavranabilir, açıklanabilir konular dışında yer alırlar. Fakat namazın,salt emredilmiş şekillerden ibaret anlamsız bir şey olmayıp amaç ve hikmetlerinin bulunduğuna işaret eden âyet ve hadisler bulunmaktadır. Bir kere, namaz diye tercüme ettiğimiz salât kelimesi, Arapça'da “dua etmek,övmek, tâzim etmek” gibi anlamlara gelmektedir. İlgili âyet ve hadislere göre namazın farz kılınmasındaki hikmetlerden biri de, namaz kılan kimsenin Cenâb-ı Allah'ın kudret ve kuvvetini, azabını, rahmetini, hayal ve hâfızasınanakşederek nefsini tehzip etmesi ve bu suretle kendisini her türlü fenalıklardan, hatalardan, suçlardan alıkoymasıdır. Allah düşüncesi ve kalbi Allah'a bağlama, insanı her türlü fenalıktan alıkoyar. Namaz da Allah'ı sürekli hatırlamanın en büyük vesilesidir. Nitekim âyette "Beni hatırlamak/anmak için namaz kıl" (Tâhâ 20/14) buyurulmaktadır. Namaz emrini,Allah Teâlâ'nın yeryüzüne melek aracılığıyla göndermeyip Mi‘rac gecesi Hz.Peygamber'in huzuruna

çıktığında ona tebliğ etmesi de (Buhârî, “Salât”, 1;Müslim, “Îmân”, 263),

bu ibadetin müslümanın dinî ve ruhanî hayatı açısından önem ve

anlamını göstermektedir. Bu sebeple de dinî literatürde namaz

ibadetinin bu yönünü, namazın kulun Allah'a ulaşması, kavuşması

yolunda önemli bir araç olduğunu anlatmak için"Namaz müminin

mi‘racıdır" denilmiş, ümmetin namazla ilgili ortak bilinç ve

değerlendirmesi âdeta bu cümleyle özetlenmiştir.Namaz belli eylemler

ve özel rükünler ile yüce Allah'a kulluk etmektir. Namazın dış görünüşü

birtakım şekiller ve zikirden ibaret ise de, içerisi ve gerçek mahiyeti,

yüce yaratıcıya münâcât etmek, O’nunla konuşmak, O’na yakınlaşmak

ve O’nu müşahede etmektir. Bu özelliğinden dolayı, yani yüce yaratıcı

ile teklifsiz, aracısız buluşma ve konuşma anlamına gelişinden dolayı,

namaz ilâhî bir lutuf olarak kabul edilmiştir. Namazı terketmek, kılmamak büyük günahtır. Peygamberimiz, kıyamet gününde hesabı sorulacak ilk amelin namaz olacağını bildirmiştir (Tirmizî,“Salât”, 188). Namaz kılmak, Müslümanlığın dışa yansıyan temel göstergelerinden biri sayıldığı için İslâm bilginleri farziyetini inkâr etmeksizin namazı terkeden kimse için, mevcut bazı rivayetleri de kendi anlayışlarına göre değerlendirerek, bazı müeyyideler öngörmüşlerdir. Gayet tabiidir ki namaz ve diğer ibadetler Allah rızâsı için ve içten gelerek yapıldığında anlamını ve amacını gerçekleştirmiş olur. Bunun dışında birtakım zorlamalarla veya gösteriş için kılınan namazların bir değeri olmadığına göre, namazı terkedenler için fakihlerin kendi zamanlarına göre öngördükleri müeyyideleri kamu düzeni ve genel ahlâk ilkesi açısından değerlendirmek gerekir. Esasen bu müeyyidelerin dayandırıldığı hadislerin büyük çoğunluğu, namazın terkedilmesinin müeyyidesini değil, İslâm dininde namaz ibadetinin önemini gösterme amacına yönelik bulunmaktadır. Kimsenin kimseyi zorla müslüman etme hak ve yetkisi bulunmadığına göre, bu dine mensup olanlar kendi özgür iradeleriyle bu dini seçmiş olacaklar ve bu dinde oldukça önemli bir yeri bulunan namaz ibadetinden haberdar olacak ve bunu zevkle yerine getireceklerdir.Namaz insanın maddî ve mânevî temizliğinin vasıtası olmaktadır. Çünkü namaz kılmak için gerekiyorsa gusül abdesti almak, normal durumlarda abdest almak suretiyle bir nevi vücut temizliği yapılmış olduğu gibi, ayrıca elbisenin ve namaz kılınacak yerin de temizlenmesi gerektiği için bir üst baş temizliği yapılmış olur. Daha da önemlisi namaz günahlardan arınmanın da bir yoludur. Namaz esas itibariyle insanı günah işlemekten alıkoyar, günahtan uzaklaştırır.Nitekim bir

âyette "Sana vahyedilen kitabı oku ve namaz kıl; çünkü namaz çirkin ve kötü işlerden alıkor. Allah'ı zikretmek en büyük şeydir.Allah yapıp ettiklerinizi bilir" (el-Ankebût 29/45) buyurulmaktadır.Ayrıca namaz, işlenmiş hata ve günah kirlerinin                                                                                         giderilmesini de sağlar.Peygamberimiz günde beş vakit namazı, bir                                                                                                insanın kapısının önünden akıp giden bir ırmağa, namaz kılmayı                                                                                                 da bu ırmakta her gün beş kere yıkanmaya benzetmiş ve şöyle                                                                                                  demiştir: "Ne dersiniz, birinizin kapısının önünden bir ırmak                                                                                                      geçse ve o kimse orada günde beş kere yıkansa bedeninde                                                                                                    hiç kir kalır mı?" Sahâbîler, "Kalmaz, ey Tanrı elçisi" deyince                                                                                                    Peygamberimiz "İşte beş vakitnamaz buna benzer. Allah                                                                                                       namaz sayesinde günahları siler" demiştir.                                                                                                                              (Buhârî,“Mevâkýt”,6; Müslim, “Mesâcid”, 282).
                                                                                              Aşağıda namazın biçimsel olarak sahih olmasının şartları                                                                                                  üzerinde durulacaktır. Fakat asla hatırdan çıkarmamak gerekir ki,                                                                                  sayılacak olan şartlar, namazın sadece dış görünüşünü sağlam yapmaya yeterli olacağı gibi, namazın sayılacak olan sünnetleri ve âdâbı da onun dış görünüşünün süslenmesini ve güzel görünmesini sağlamaya yeterli olacaktır. Fakat bu şartları yerine getirmek, namazı ikame etmek, ayakta tutmak sayılmaz. Namazın özü, kalbin huşû ve huzur içinde olmasıdır. Kalbin huzur ve huşûu yoksa kılınan namaz, bir heykeltraşın özene bezene ve tüm sanatkarlığını ortaya koyarak yaptığı bir insan heykelinden farklı olmayacaktır. Allah bu noktayı şöyle belirtmektedir: "Beni anmak için namaz kıl" (Tâhâ 20/14).
Bu âyetle namaz Allah'ı anmanın bir yolu olarak önerildiği gibi, aynı zamanda namazın Allah'ı anmaktan ibaret olduğu da vurgulanmaktadır. Çünkü Allah'ı anmak için namaza duran        kişi, namaz boyunca Rabbin huzurunda durduğundan gaflet ederek namaza hakkını vermemiş ise nasıl Allah'ı anmış sayılabilir Devlet başkanıyla görüşmek, ondan bir şeyler talep etmek isteyen kişi, bu imkânı bulup onun huzuruna çıktığında onunla görüşmek yerine, orada bulunan eşya ile ilgilense veya yanında getirdiği kitabı okusa veya bir şarkının veya şiirin sözlerini mırıldansa, o devlet başkanının muhtemel tepkisini bir tarafa bırakalım,buna görüşme denir mi, gelen kişi arzusunu iletmiş olur mu? Bu basit örneğin de gösterdiği gibi namaza duran kişi, Allah'ın huzurunda olduğunu bilmeli, bunu  hissetmelidir. "Ne dediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın" (en-Nisâ 4/43) ifadesi ne dediğinden haberi olmayan sarhoş kimselere yönelik olmakla birlikte namazda tam bir şuur ve huşûun gerektiğini de anlatmaktadır. Yine Kur'an'da, namaz kılarken gaflet ve ciddiyetsizlik içinde olanlar ağır

bir üslûpla zemmedilir (el-Mâûn 107/4-5). Allah insanların kalıplarına

değil kalplerine bakar.Fakihler, zahire göre hüküm verdikleri ve                   

görünür şartların düzgün şekilde yerine getirilmesiyle ilgilendikleri için

namazın şartlarından bahsederken namazda huşû ve huzuru,

namazın olmazsa olmaz şartları arasında saymamışlar, sadece bu

yönde öneri ve uyarıda bulunmakla yetinmişlerdir. Çünkü ihlâs, kalp

huzuru ve huşû, kalbin ameli olup gizli,bâtınî bir durumdur. Namazın

bâtınî-derunî şart ve gayelerinin gerçekleşmesi mükellefin kendi

seviyesiyle, gayret ve hassasiyetiyle ve biraz da ortamla alâkalı

sübjektif bir hal olduğundan bu konuda herkes için ortalama bir

çizgiden söz etmek ve buna namazın şartları arasında yer vermek

doğru olmaz. Namazda sözü edilen iç huzuru ve kalbî bağlılığı

yakalamak, ruhun maddî âlemden Allah'ın huzuruna yükselişini

hissetmek herkes için kolay olmadığı gibi arzu etmekle elde edilebilen

bir sonuç da değildir. Böyle bir mükellefiyet, insana gücünün üzerinde bir yük yüklemek anlamına gelir. Fakihlerin, zâhirî şartların yerine getirilmesiyle mükellefin uhdesinden namaz borcunun düşeceğini ve bunun dünyevî hükümler bakımından yeterli olacağını söylemeleri bu sebepledir. Kılınan namazın kabul olunup olunmaması, âhirette fayda verip vermeyeceği fıkhın konusu değildir. Ayrıca fakihler fetva verirken, insanların kusur ve eksikliklerini de dikkate almışlar, mükellefiyet şartlarını ideal değil ortalama ölçülerde tutmaya çalışmışlardır. Bu gerekçe ve mülâhazalar sebebiyledir ki, namazın ruhu olan kalp huzuru namazın tamamında şart koşulmamış, namaza başlarken yapılan niyetteki ihlâs ve yöneliş yeterli görülmüştür.

© 2018 Gül Sekmen

bottom of page